Akıl Oyunları, son zamanlarda okuduğum popüler, çok satan, genelde beyaz
kapaklı (sanırım Olasılıksız furyası bu) polisiye/aksiyon/macera kitaplarından
sonra düşük beklentiyle okumaya başladığım bir kitap oldu. İyi ki de öyle yapmışım
çünkü şimdi ‘fena değildi’ diyebiliyorum.
Fena değildi çünkü merak uyandırıcı bir kurgusu vardı, anlatım ve çevirisi
fena değildi, çok az dilbilgisi hatası vardı. (En önemli ve komik hata “soğuktan
dönmek üzere” olunan bir yerdi. Çevirmene mi redaktöre mi editöre mi kızmak ya
da gülmek lazım bilemedim.) Son zamanlarda bu tarz kitaplarda çok rastladığım
ve daha önceki yazılarımda örnek de verdiğim gereksiz diyaloglar bu kitapta da
vardı. Sayfa sayısını artırmak için mi böyle yapıyorlar yoksa okuyucuyu aptal
yerine koydukları için mi bilemiyorum. Gerçi bu kitapta nispeten daha azdı, bu
da kitaba olumlu bir katkı daha.
Kitabın başlangıcında bilgisayarlardan, programlardan, yazılımdan, işletim
sistemlerinden, kodlardan vs. bahsedilince beni aşan bir teknolojik içeriği
olabileceğini düşünüp umutsuzluğa kapıldıysam da biraz ilerleyince o kadar da
vahim bir durum olmadığını görüp rahatladım. Evet tabii ki teknolojiye dayalı
bir kurgusu var kitabın ama benim gibi teknoloji özürlü birinin bile okuyup
anlamasına engel olacak kadar değil.
Kahramanımız Charlie Giles başarılı bir yazılımcıdır ve yarattığı InVision
isimli, çok işlevli bir medya programı (umarım doğru ifade etmişimdir)
sayesinde sağlam para kazanmakta ve daha da fazlasını kazanmak üzere
bulunmaktadır. Ancak kendi kendisine yazdığı ve yazdığını hatırlamadığı bir
takım notlar ve dahil olduğu fakat yine hatırlamadığı olaylar yüzünden işler sarpa
sarar. Tabii şizofren bir babaya ve ağabeye sahip olması da işin içine girince
gerçekle hayal iyice birbirine karışır.
Olayların çözüme kavuşması kitabın son birkaç sayfasında paldır küldür
gerçekleştiği için biraz tadı damakta kaldı hissi yaratıyor. Gerçekten
anlamıyorum... Kitabı gereksiz diyaloglarla doldurmak yerine daha çalışılmış ve
birkaç sayfa daha uzatılarak hakkı verilmiş bir sonla bitirse yazar çok daha güzel
bir hareket yapmış olurdu bence. Neyse. Diğer taraftan bu tarz kitaplarda her
zaman olduğu gibi ipucu veriyor olmamak, katilin kim olduğunu tahmin edemeyecek
olanların keyfini kaçırmamak için ayrıntıya giremiyorum ama yazar katilin uşak
olduğunu saklamak için hiç uğraşmamış. Yani ben bilinçli olarak böyle yaptığını
düşünüyorum. Daha çok olaylar örgüsündeki gizemleri, neyin nasıl olduğunu,
imkansız gibi görünen durumları çözme zevki üzerine yoğunlaşmış. Gerçi burada
da biraz zorlamalar söz konusu ama ‘ne yapalım olacak artık o kadar’ diyor
geçiyorum.
Bu arada olayların çözümü sırasında ileriye sürülen teknolojilerin
varlığını da araştırmaktan geri kalmadım ve gerçekten de var olduklarını ya da
test aşamasında olduklarını öğrendim. Bu da okurken “olur mu yahu böyle bir şey”
diye tereddüt ettiğim yerlerin olabilirliğini görmek ve kitaba olan bakış açımı
olumlu yönde etkilemek açısından epey işe yaradı doğrusu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder