13 Mart 2015 Cuma

Akıl Oyunları - Daniel Palmer


Akıl Oyunları, son zamanlarda okuduğum popüler, çok satan, genelde beyaz kapaklı (sanırım Olasılıksız furyası bu) polisiye/aksiyon/macera kitaplarından sonra düşük beklentiyle okumaya başladığım bir kitap oldu. İyi ki de öyle yapmışım çünkü şimdi ‘fena değildi’ diyebiliyorum.

Fena değildi çünkü merak uyandırıcı bir kurgusu vardı, anlatım ve çevirisi fena değildi, çok az dilbilgisi hatası vardı. (En önemli ve komik hata “soğuktan dönmek üzere” olunan bir yerdi. Çevirmene mi redaktöre mi editöre mi kızmak ya da gülmek lazım bilemedim.) Son zamanlarda bu tarz kitaplarda çok rastladığım ve daha önceki yazılarımda örnek de verdiğim gereksiz diyaloglar bu kitapta da vardı. Sayfa sayısını artırmak için mi böyle yapıyorlar yoksa okuyucuyu aptal yerine koydukları için mi bilemiyorum. Gerçi bu kitapta nispeten daha azdı, bu da kitaba olumlu bir katkı daha.

Kitabın başlangıcında bilgisayarlardan, programlardan, yazılımdan, işletim sistemlerinden, kodlardan vs. bahsedilince beni aşan bir teknolojik içeriği olabileceğini düşünüp umutsuzluğa kapıldıysam da biraz ilerleyince o kadar da vahim bir durum olmadığını görüp rahatladım. Evet tabii ki teknolojiye dayalı bir kurgusu var kitabın ama benim gibi teknoloji özürlü birinin bile okuyup anlamasına engel olacak kadar değil.

Kahramanımız Charlie Giles başarılı bir yazılımcıdır ve yarattığı InVision isimli, çok işlevli bir medya programı (umarım doğru ifade etmişimdir) sayesinde sağlam para kazanmakta ve daha da fazlasını kazanmak üzere bulunmaktadır. Ancak kendi kendisine yazdığı ve yazdığını hatırlamadığı bir takım notlar ve dahil olduğu fakat yine hatırlamadığı olaylar yüzünden işler sarpa sarar. Tabii şizofren bir babaya ve ağabeye sahip olması da işin içine girince gerçekle hayal iyice birbirine karışır.

Olayların çözüme kavuşması kitabın son birkaç sayfasında paldır küldür gerçekleştiği için biraz tadı damakta kaldı hissi yaratıyor. Gerçekten anlamıyorum... Kitabı gereksiz diyaloglarla doldurmak yerine daha çalışılmış ve birkaç sayfa daha uzatılarak hakkı verilmiş bir sonla bitirse yazar çok daha güzel bir hareket yapmış olurdu bence. Neyse. Diğer taraftan bu tarz kitaplarda her zaman olduğu gibi ipucu veriyor olmamak, katilin kim olduğunu tahmin edemeyecek olanların keyfini kaçırmamak için ayrıntıya giremiyorum ama yazar katilin uşak olduğunu saklamak için hiç uğraşmamış. Yani ben bilinçli olarak böyle yaptığını düşünüyorum. Daha çok olaylar örgüsündeki gizemleri, neyin nasıl olduğunu, imkansız gibi görünen durumları çözme zevki üzerine yoğunlaşmış. Gerçi burada da biraz zorlamalar söz konusu ama ‘ne yapalım olacak artık o kadar’ diyor geçiyorum. 

Bu arada olayların çözümü sırasında ileriye sürülen teknolojilerin varlığını da araştırmaktan geri kalmadım ve gerçekten de var olduklarını ya da test aşamasında olduklarını öğrendim. Bu da okurken “olur mu yahu böyle bir şey” diye tereddüt ettiğim yerlerin olabilirliğini görmek ve kitaba olan bakış açımı olumlu yönde etkilemek açısından epey işe yaradı doğrusu.  

Dan Brown ya da Jean-Christophe Grangé ile kıyaslanamaz belki ama Daniel Palmer muadil kitap yazarları arasında biraz daha ön sıralarda yer aldı benim nazarımda. Akıl Oyunları okunabilir, tavsiye ediyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder