19 Kasım 2014 Çarşamba

Ağaca Tüneyen Baron - Italo Calvino


Italo Calvino’nun Atalaramız üçlemesinin ikinci romanıdır Ağaca Tüneyen Baron. İlki İkiye Bölünen Vikont’tu. Bunu daha önce okuyup hakkında bir yazı da yazmıştım. Henüz üçüncü roman olan Varolmayan Şövalye’yi okumadım. Sırada o var.

İlk iki roman hakkında ilkini daha çok sevdiğini söyleyenlere de rastladım ikinciyi de. Ben her ikisini de aynı ölçüde sevdim. İkiye Bölünen Vikont oldukça şaşırtıcıydı. İsmine bakarak bir vikontun bir şekilde ikiye bölüneceğini tahmin etmek zor değil tabii ama bunun sembolik mi olacağı yoksa gerçekten mi ikiye bölüneceği elbette ki işin sürprizi. Sonra nasıl bölüneceği, bölününce ne olacağı vs. hepsi birer muamma. İşin ucunda Calvino da olunca ortada bir yeme de yanında yat hikayesi olduğu kesindi ve öyle de olmuştu benim için. Şaşırtıcı ve eğlenceli bir hikayeyi birçok felsefi, sosyolojik, psikolojik yaklaşımlarla harmanlayıp bir ziyafet halinde sunmuştu Calvino okuyucuya. Bir önceki yazımda bunlardan uzun uzun söz etmiştim.

Diğer taraftan Ağaca Tüneyen Baron mesaj kaygısı taşımaktan çok keyifli bir hikaye olarak çıkıyor karşımıza. Bu hikayenin isminden de bir baronun ağaç üstünde geçen hikayesiyle karşılaşacağımızı tahmin etmek zor değil. Bu nedenle hikayenin gerçekten de o şekilde ilerlediğini burada belirtmek ipucu vermek sayılmaz. Calvino bu basit ama bir o kadar da yaratıcı çıkış noktasını almış kendi zekasını, edebi yeteneğini ve mizah anlayışını işin içine katarak yine tadından yenmeyecek bir hikaye çıkarmış ortaya. Bazen gayet yumuşak, sakin, dingin, insanın ruhunu dinlendirici bir şekilde ilerleyen hikaye kimi zaman hızlanıyor, heyecanlanıyor ve sonunu merak ettirici bir hal alıyor. Vahşi hayvanlar, korsanlar, askerler, savaş, devrim, hastalık, ölüm derken hepsinden daha zor, daha acımasız, daha umut kırıcı bir aşk da giriveriyor işin içine. Bu tarz hikayelerden hoşlananlar için de bütün bunlar gayet cezbedici unsurlar.

Bu arada yanlış anlaşılmasın, mesaj kaygısı taşımıyor demiş değilim. Sadece kafa yormadan eğlence amaçlı da okunabilir anlamında öyle söyledim. Yoksa bir insanın ağaçta yaşamayı tercih etmesiyle bile toplumsal kalıplara karşı çıkışın bir yansımasını görüyoruz. Cosimo’nun toplum, ahlak, din, devlet, askerlik, savaş, aşk vs. gibi birçok konuda üzerinde düşünülmeye değer düşünce, davranış ve sözleri de hikayenin orasına burasına serpiştirilmiş durumda. Ben özellikle sonlara doğru Rus subayla olan konuşmasından çok etkilendim.

Bu romandan Calvino’nun kendine has dokunuşlarının yanı sıra biraz Sait Faik tadı almak da benim çok hoşuma gitti. Hikaye bazı yerlerde o kadar ‘naif’leşiyor ki sayfaların arasından okuyucunun burnuna çiçek, çimen kokuları, kulağına arı, böcek vızıltıları, yaprak hışırtıları, yüzüne bahar esintileri geliyor.

Çok basit gibi görünen kurgusunun arkasında aslında ciddi bir olaylar örgüsü olduğunu vurgulamak gerek. Olay dediysem anlatılanlar, olan bitenler anlamında. Mesela bir yerde Cosimo’nun uzun bir aradan sonra gördüğü Viola’ya uzaktan seslenmek isterken heyecandan normal sesler çıkaramayıp boğazından önce çulluk ötüşünü andırır bir ses çıkması, ardından dudaklarından boz keklik ötüşü, sonra yağmurkuşununki gibi uzun ve kederli bir ses çıkması, biraz sonra da hüthüt gibi kuğurarak, çayırkuşu gibi dem çekerek ona seslenmeye çalışması kendi içinde keyifli bir okuma sağlarken daha sonra olacaklara da bir işaret çakıyor. Daha doğrusu elli-yüz sayfa sonra bazı gelişmeleri okurken bu olayı hatırlayıp “Vay be demek daha o zamanlardan belliymiş böyle olacağı,” diye düşünüyorsunuz.

Cosimo’nun Napolyon’la karşılaşması ve aralarında geçen diyalog bence olağanüstüydü. Büyük İskender’le Diyojen arasındaki diyaloğa yapılan ters köşe göndermeye şapka çıkarılır. Uzun zamandır okurken bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Gerçi hemen arkasından göndermeyle ilgili açıklama yapmayıp bağlantıyı keşfetmeyi okuyucuya bıraksaymış daha iyi olurmuş.

Son sözüm çeviriye... Çeviri, bir metni yeniden yazmaktır derler. Filiz Özdem de öyle yapmış (YKY Yayınları - Atalarımız Üçlemesi). Türkçe’nin bütün inceliklerinden ve zengin kelime hazinesinden sonuna kadar yararlanmış. Sadece bu çeviriden anlaşılıyor ki kendisi de sağlam bir edebiyatçı. Son zamanlarda karşılaştığım berbat çevirilerden sonra bu çeviri ilaç gibi geldi. Anadilim gibi İtalyanca bilip kitabı orijinal dilinden okusaydım eminim yine şimdikine yakın bir keyif alırdım. Çevirmenin eline sağlık.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder